Social Icons

Pages

30 Aralık 2012 Pazar

Küfür Sorunu

Küçük çocuklar kullandıkları kelimeleri etraflarındaki kişilerden ve özellikle de anne/babalarından öğrenirler. Elbette yeni kelimeler öğrenirken duygularla ilgili kelimeleri de öğrenirler. Örneğin siz kızdığınızda devamlı belli kelimeleri kullanıyorsanız, çocuğunuz da kızdığında, ne anlama geldikleri hakkında hiçbir fikri olmaksızın bunları kullanmayı öğrenecektir. Çocuğunuz “ayıp” bir kelimeyi ilk söylediğinde kahkaha atarsanız, hatta sadece gizlemeye çalışarak hafifçe gülerseniz, büyük olasılıkla bunu fark edecek ve kelimeyi tekrar söyleyecektir. Çünkü küçük çocukların en çok istediği şey anne-babalarını memnun etmektir. Diğer yandan çocuğunuz uygunsuz bir kelime söylediğinde kızarak tepki gösterirseniz, size kızdığında ve bunu bir şekilde size belli etmek istediğinde bu kelimeyi yeniden kullanabilir. Küçük çocuklar kelimeleri kullanmaktan, yeni kelimeler öğrenmekten ve heyecan verici ya da gizli ya da özel olduğunu düşündükleri kelimelerle oynamaktan zevk alırlar.
Küfür üç temel gruba ayrılır:
Beddua etmek ya da birine zarar verilmesi dileğini yansıtan konuşma biçimi
Cinsel içerikli küfürler, müstehcen konuşmalar
Kişiliğe yönelik küfürler. Manyak, salak...
Nedenleri:
Dikkat çekme: Bazı çocuklar ana-babadan yeterli ilgiyi göremiyorlarsa, dikkat çekmek için küfrederler.
Sarsılma: Bazı çocuklar için yetişkinleri şok etme, rahatsız etme eğlenceli olabilir.
Ağızdan kaçıverme: İnsanlarda engellenme ya da kızgınlık hissedildiğinde ya da fiziksel bir gerginlik olduğunda küfürün ağızdan çıkıvermesi çok doğaldır. Çok engellenen, yaşama alanı çok daraltılan çocuk, kızgınlık olarak küfredebilir.
Savunma: Bazıları için kötü söz söyleme bir savunma davranışıdır. Küfür etmenin tam anlamıyla yasak olduğu çevrede yetişenler, isyan ederek bağımsızlıklarını göstermek isterler.
Olgunlaşma: Bazen de çocuklar yetişkin olmanın bir sembolü olarak, kötü söz söylerler.
Akranları tarafından onaylanması: Bazı arkadaş guruplarında küfürlü konuşma yaygın olabilir bu gurubun üyesi çocukta küfreder.
Çocukça bir zevk: Küçük çocuklarda banyo ve ona ilişkin konuşmak, çocuklarda bir tür çocuksu seksüel zevk alma durumu ortaya çıkarmaktadır.
Ne Yapılmalıdır?
Çocuğunuzun söylemesini istemediğiniz kelimeleri belirleyin ve bu kelimeleri siz de kullanmayın.
Çocuğunuz bir başkasından duyduğu uygunsuz kelimeyi kullanırsa bir şey olmamış gibi davranın ve bu kelimenin ilginç ya da komik olduğunu düşünmesini teşvik etmeyin.
Çocuk küfür ettiğinde şunları söyleyebilirsiniz: “Biz bu kelimeyi kullanmayız ve ben de bir daha bunu duymak istemiyorum” gibi yaklaşımlar çocuğun küfretmesini engelleyecektir Eğer küfretmeye devam ederse bunu duymazdan gelin ve çocuğunuz bu kelimeyi sizin üzerinizde tekrar denerse tepki vermeyin.
Kelimeler çocuğunuzu eğlendiriyorsa alternatif kelimeler önerebilirsiniz. Örneğin hoşlanmadığınız bir kelime kullandığında, o kelimenin yerine sizin ürettiğiniz komik bir kelimeyi kullanmasını isteyebilirsiniz.
Örnek oluşturma: Eğer kaba ve küfürlü bir konuşma eğilimini kendinizde engelleyebiliyorsanız, çocuğunuzda bu kontrolü sizi taklit ederek öğrenecektir.
Dürtülerini ifade edebilme: Eğer çocuk, size olan kızgınlıklarını rahatlıkla dile getirebiliyorsa, bu özgürlüğe sahip ise, olumsuz duygularını belirtmek için daha az küfürlü sözcük kullanacaktır.
Tartışma: Bu kelimeler bir kâğıda yazılarak tanımlanır ve daha sonra tartışılır.
Önemsememek: Çocuklar kötü sözcükler kullandığında, anne-babalar bu duruma pek fazla üzülüp şaşırmıyorlarsa, çocukların bu sözcükleri söylemeleri için bir nedenleri kalmayabilir.
Dilsizlik oyunu:Ana-babalar böyle durumlarda şoke olmaktan çok, sessizlik oyunu oynayarak çocuğu yönlendirebilirler. "senin kullandığın kelimenin anlamı nedir?", "anlamıyorum", denilerek çocuktan yanıtlaması istenir.
Yaratıcı olmaya özendirmek: Yaratıcı uğraşlar, yazınsal faaliyetler, spor vb. Yaratıcılığı artırıp kötü söz kullanımını engeller.
Kötü sözcüklerin yıpratılması: Çocuk bu kelimeyi kullandığında 5 dakika boyunca bu kelimeyi söylemesini isteyin. Büyük olasılıkla bir daha kullanmayacaktır. Söylemek istemediği zaman, ancak kötü sözcüğü kullanmaktan dolayı verilen cezayı uyguladıktan sonra, istediğini yapabileceğini söyleyin.
Ciddi cezalandırmama: Eğer çocuğunuzu, döverek, bağırarak, tehdit ederek cezalandırırsanız; çocuğunuz bu kelimeleri yakalanıp cezalandırılmamak için, gizlice kullanmayı öğrenir. Uygun olmayan bu sözcüklerin yerine, uygun kabul edilebilir sözcükler kullanması için çocuğu bilgilendirmek gerekir. Çocuk olumlu sözcük kullandığında, çocuğun övülmesi teşvik edilmesi gerekir.
Anne Babaya Not:
Küfürlü sözlerle başa çıkmada olumlu ve etkili ilk adım, çocuğun bu sözcükleri kavrayışını ve bunları nerede öğrendiğini araştırabilecek kadar bir süre boyunca, duygusal tepkinizi denetim altında tutmaya çalışmanızdır. Ne kadar güç ve alışılmamış görünse de, karşılıklı olarak sakin ama ayrıntılı bir konuşma yapmak, çocuğun küfürlü ifadelere ilişkin anlayışı, güdülenimi ve bunların asıl kaynağı (nereden, nasıl öğrendiği) önemli bilgileri açığa çıkarabilir. Yalan söyleme ve benzeri yakışıksız davranışlarda olduğu gibi, küfürlü konuşmanın neden uygun bir davranış olmadığı konusunda derinliğine konuşmaya ve çocuğun bu davranışı ile ilgili bir plan yapmaya hazırlanmak için kendinize yeteri kadar zaman tanımalısınız. Küfürlü ifadeler kullanmanın kaynağında, eğer çocuğun lider konumundaki bir akranı olduğu ortaya çıkarsa, bu konuşma özellikle önem kazanacaktır.
Bu bilgi, akranlarının baskısıyla başa çıkmasında çocuğa destek olmanıza yardımcı olabilir. Çocuğa, evin dışındayken karşılaştığı durumlar için bell önerilerde bulunabilirsiniz.
Örneğin öğretmenler veya diğer anne babayla bir görüşme yapmanız gerekebilir. Bu yaklaşım; küfürlü ifadelerin çıkış noktası çocuğun çevresindeki bir akranı, hatta uzak veya akrabalarınızdan biri olduğunda da geçerlidir. Ana baba, çocuklarının nasıl konuşmalarını, ne tür ifadeler kullanmalarını beklediklerini anlatmalı ve küfürlü sözlerin yerine kullanabilecekleri kabul edilebilir sözcükler önermelidir. Küfürlü konuşma sürdüğü takdirde, çocuğu istenen davranışa yöneltebilecek güdüleyici program geliştirilebilir.
Küfürlü sözlerle başa çıkmada etkili bir başka adımda çocuğun bazı küfürlü sözlerini duymazlıktan gelmektir. Çünkü küfürlü sözler, zaman zaman dikkat çekme silahı olarak kullanıldığı gibi bazen de çocuk tarafından, ebeveynini cezalandırma silahı olarak kullanılabilir. Ebeveyninin suskun tepkisi, bu silahı çocuğa vermemiş olacağı için, bir süre sonra çocuğun küfürü unutmasına yardım eder.

Okul Öncesi Eğitim

Günümüzde teknoloji hızla ilerlemektedir. Teknolojinin çok rahat kullanım alanları bulabilen üstün yetenekli makinesi, yani bilgisayar, teknoloji ilerledikçe daha çok geliştirilmekte ve bu durumdan dolayı daha çok kullanılarak yaygınlaşmaktadır. Bilgisayarın yaşamı inkâr edilemez şekilde kolaylaştırdığı ve insanların bu kolaylığı fark ederek bundan yararlandıkları bir gerçektir. Çocuğu, yaşantımıza bu denli giren bilgisayardan izole etmek imkânsız olduğuna göre, onun özellikle eğitim alanında bu makineden en iyi biçimde yarar sağlaması için çaba harcanmalıdır.
Çocukları bilgisayara giderek daha bağımlı hale gelen bir toplumda eğiteceksek ve bunda başarılı olmak istiyorsak, bilgisayarı çocukların eğitiminde en uygun ve en evrensel şekilde kullanmanın yolları bulunmaya çalışılmalıdır. Bilgisayar eğitiminde yıkıcı değil, yapıcı bir araç olarak görülmelidir
Okul öncesi dönem çocuklarının özellikleri gereği bu dönemde bilgisayarı kullanırken çok dikkatli olmamız gerektiği de açıktır.
Bu yaş dönemi çocukları deneyerek ve yaşayarak öğrenir, dikkat süresi kısadır ve dikkati çabuk dağılır. Kavramlara ilişkin bilgisi sınırlıdır. Bu yüzden bu dönemde bilgisayar program içine dahil edilirken hangi alanlarda, nasıl kullanılabilir ve kullanılacak programlar neler olmalıdır? Sorularına iyi yanıt verilmelidir. Şöyle ki;
Bilgisayar, aktif ve sosyal deneyimlerin yerine geçmemelidir. Örneğin çocuk altında- üstünde gibi kavramları öğrenirken, kendisi masanın altına girerek, üstüne oturarak ya da oyuncağını koyarak daha iyi öğrenir. Ancak alfabe, sayı vb. öğretimi gibi alanlarda bilgisayar kullanmak daha eğlenceli olabilir.
Bilgisayar Kullanımının Anaokulu Çocuğu İçin Yararları
Okul öncesi dönemde bilgisayar, özellikle el-göz koordinasyonuna büyük katkı sağlayabilir (farenin kullanımı, boyama, çizim çalışmaları vb. becerisini geliştirir.
Dikkatini yoğunlaştırmada güçlük çeken aşırı hareketli çocuklar ilgi çekici bir program karşısında daha uzun süre kalabilirler. Bu nedenle bilgisayar kullanımı, çocuğun dikkatini yoğunlaştırmasına yardım ederek eğitime katkı sağlayabilir.
Çocuk günlük yaşamında ve eğitimi sırasında öğrendiği pek çok kavramı bilgisayar oyunları ile pekiştirebilir.
Bilgisayar oyunlarında yer alan ve hızlı bir şekilde karar vermeyi gerektiren problemler, çocukta problem çözme becerisinin gelişmesine katkıda bulunabilir.
Küçük çocukların bilgisayar kullanması sırasında mutlaka bilen bir yetişkinin yardımı çok önemlidir. Böylece çocuğun bazı konularda dikkatinin çekilmesi, sorularına cevap verilebilmesi mümkün olabilir.
Bilgisayar, küçük çocukların günlük programında çok sınırlı bir yere sahip olmalıdır, çünkü büyümek ve gelişmek için harekete, konuşmaya arkadaşları ile oyun oynamaya hatta bazen de çatışmaya ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçlarının ise bilgisayar ile karşılanması mümkün değildir.

11 Aralık 2012 Salı

Aile İçi İletişim

İletişim; kişilerarasında yer alan düşünce ve duygu alışverişini dile getiren bir terimdir. İletişim, her şeyden önce bir duygu ve düşünce alışverişi olduğu için kişiler, çevresindekilerle kurmuş olduğu ilişkilerde dikkatli ve duyarlı olmalıdır. Dikkatli ve duyarlı bir iletişimde, her düşüncenin söylenmeye ve dinlenmeye hakkı vardır. O halde benim için anlamsız olan bir düşünce, bir başkası için anlamlı olabilir. Bu temel üzerine oturtulmuş kişiler arası iletişim, çok daha dinamik ve demokratik olacaktır. (Elmacıoğlu,1998)
Aile İçi İletişim
Aile, başlangıçta evlilikle oluşan bir müessesedir. Evlilik ise iki karşı cinsten insanın bir araya gelerek oluşturduğu, toplumsal bir kurumdur. İki insan birlikte yaşamak için bir araya geldiği zaman, alışılagelmiş davranışlarını değiştirmek zorundadır. Evliliğin sürekliliği ve aile kurumunun devamlılığı için, karı-kocanın davranış ve konuşmalarını karşılıklı olarak yeniden düzenlemeleri gerekmektedir.
Aile içi iletişim unsurları;
Anne-Baba-Çocuk ilişkisi
Anne-Baba ilişkisi
Anne-Çocuk ilişkisi
Baba-Çocuk ilişkisi
Kardeşler Arası ilişkiler
Aile Büyükleri İle Çocuk ilişkileri
Anne-Baba ile Aile Büyükleri Arasındaki ilişkilerdir.
İletişim, aile içerisinde yaşayan kimselerin sosyal ilişkilerinin temelini oluşturmaktadır. Bu nedenle iletişimin teknik ve yöntemlerini aile üyeleri, özelliklede anne-baba mutlaka öğrenmelidir. Böylece ailede daha sıcak ilişkiler kurulacaktır. (Elmacıoğlu,1998)
Aile İçi İletişim Kopukluğunun Sebepleri
1-Sahiplenme: Genelde erkeklerin kadınlara yaptığı bir durumdur.( "Benim istediğim gibi giyinip, istediğim gibi davranacaksın" tarzı baskılardır)
2-Egemen olma girişimi: Sahiplenmenin bir üst basamağıdır. Her şeyden haberdar olma durumu söz konusudur. Erkekler genelde kıskanıyorum başlığı altında egemen olma dürtülerini tatmin ederler.
3-Saldırganlık-Pasiflik: Saldırganlık iletişim içinde olduğumuzun bir göstergesidir. Dayak mı zararlı? "senin annen olmayacağım sözü mü” zararlı? Üzerinde özellikle durmalısınız. Çünkü fiziksel acıları unutmak ile ruhsal acıları unutmak arasında çok fark vardır. İnsan ruhsal acıları unutmakta daha fazla zorlanmaktadır. Ama bu dayak atın anlamına gelmemelidir.
4-Eleştiriye aşırı duyarlılık:Aile içi iletişim engellerinin biride eşlerin ve çocukların birbirini fazla eleştirmeleri güzel yönlerini görmemeleridir
5-Kıskançlık-Özgüven eksikliği: Aşırı kıskançlık insan yaşamını sınırlandırdığından dolayı aile içi iletişimi engellemektedir.
6-Alkol ve uyuşturucu bağımlılığı: Her iki bağımlılıklardan birine sahip olan insanların beyinlerinde deformasyon olduğu için normal insan gibi davranamazlar bu da aile içi iletişimsizliğe neden olur.
7-Sosyal ortama girme isteksizliği
8-Utangaçlık
9-Küsme ve surat asma
10-Sık sık sinirlenme
11-Şiddet
13-Duygusal ve fiziksel uzaklaşma.
14-Yalan (Mümkün olduğu kadar şeffaf olun, çünkü sürekli söylenen yalan aile içi iletişimsizliğe neden olur.)
Unutmayalım ki; iyi bir iletişim başkasını olduğu kadar kendimizi de anlama aracıdır. Ne kadar olumlu iletişim varsa, o kadar kendimiz ve ötekiyle barışığız demektir.
Sağlıklı İletişim Kuran Faktörler
Empati: Kendini başkasının yerine koyup, onun neler hissettiğini anlamaya çalışmak.
Saygı (Aktif Dinleme): Bulaşık yıkarken veya TV seyrederken değil, o anlık işinizi bırakıp dinleyin. Çünkü çocuklarda özgüven eksikliğine neden olur.
Saydamlık-Şeffaflık: Duygu ve düşüncelerinizi karşı tarafı mümkün olduğu kadar kırmadan aktarma.
Somutluk: Rahatsızlıklarını somut bir şekilde, yorum katmadan olduğu gibi söyleme. Ve bunu yaparken karşınızdaki kişinin sizinle sağlıklı iletişim kurmak isteyip istemediğini anlayın.(Kaya,2007)
Çocukla İletişim
Aktif dinleme, iletişimin temel bir tamamlayıcısıdır. Aktif dinleyici olduğunuzda; çocuğunuza iletişim kanallarınızın açık olduğunu söylersiniz. Çocuğunuzun duygu ve düşüncelerini paylaşma ihtiyacı ve/veya arzusu olduğunu kabul edersiniz ve anlayışlı davranırsınız.
Aktif Bir Dinleyici Olabilmek İçin;
· Dinlemek için zaman ayırın. Dikkat dağıtan öğelere mümkün olduğunca engel olun.
· Kendi düşünce ve bakış açınızı bir yana bırakıp, kendinizi çocuğunuzdan bilgi alacak şekilde hazırlayın.
· Duyduğunuz mesajı dinleyin, özetleyin ve çocuğunuza tekrarlayın. Buna “yansıtıcı dinleme” denir.
· Çocuğunuz konuşurken göz kontağınızı sürdürün. Başınızı sallayarak ara sıra kapı aralayıcı veya “Evet…Anlıyorum….”gibi tarafsız tepkiler katarak ilginizi gösterin.
· Kendi fikir ve beklentilerinizle uyuşmasa da çocuğunuzun söylediklerini kabul edin ve saygı gösterin.
· Karşılaştığı problemleri çözmesi için çocuğunuza olanaklar yaratın. Cesaretlendirin ve kendisine yol gösterin.

Stres Ve Etkileri

Çocuklar da dahil olmak üzere, yaşayan her canlıyı stres etkiler. Zaten stres etkeninin bir insanı etkilememesi durumunda da normal bir psikolojik yapıdan bahsetmek zor olur. Çocuğun yetişmesinde, hayata adım atmasında en önemli ve vazgeçilmez basamak olan aile ortamı da çocukların psikososyal gelişimini doğrudan etkiler. Aileyi etkileyen her türlü olayın çocukta büyük veya küçük bir etkisini görmek mümkündür.
Aile üyelerinden birindeki bedensel veya ruhsal sorun veya onu etkileyen stres etkeni de aile üyelerinin işleyişini, psikolojisini ve yapısını etkileyecektir. Bu etkilenme sonucunda aile ile birlikte aile içindeki her bireyde, yakın veya uzak gelecekte bazı etkilenme belirtilerinin görülmesi kaçınılmazdır. Şunun altını çizmek gerekir ki aileyi oluşturan temel unsurlar olan anne ve babanın çocukluk dönemindeki durumları, hayatları boyunca karşılaştıkları olaylar, şu anki kişilik yapıları, eğitim durumları, çevre şartlarından etkilenmeleri, toplumsal statüleri gibi birçok konu, ailenin bu gününü ve geleceğini her konuda etkileyecektir. Yani bir anne babanın küçükken başından geçen bir hadise veya anne babasından devamlı olarak gördüğü davranış tarzı onun stres etkenine karşı cevap durumunu, aynı zamanda çocuğuna karşı uyguladığı eğitimi veya gösterdiği tepkiyi etkiler.

1 Aralık 2012 Cumartesi

Uyku Düzeni

Doğumdan sonraki dönemde süt çocuğu için bedensel gereksinimler uykuyu etkilemektedir. Açlık uyandırmakta, tokluk ise uykuya dalmayı kolaylaştırmaktadır. Bu dönemdeki uykusuzluklarda anne tarafından bebeğin beslenmesi ya da duygusal desteklenmesinin yetersiz, ters ya da aşırı bir biçimde karşılandığı görülmektedir. İlk aylarda uykusuzluk sıradan bir durumdur, ancak sonuçları nedeni ile aile için önemlidir. Ortaya çıkan gerginlik ve sinirlilik durumu yalnız çocuğun uykusuzluğunu artırmaz, yeni çatışmaları da ortaya çıkarır. Yeni doğan 19-23 saat uyur. Başlangıçta aralıklı ve parçalara bölünmüş bir uyku biçimindedir. Yavaş yavaş gece ağırlıklı olarak gelişir, üçüncü yıla doğru derinliğine kavuşur. Çocuklar büyüdükçe daha az uykuya ihtiyaçları olur. Ebeveynlerin çocukların hangi yaşta ne kadar uyuyacakları konusunda bilgi sahibi olması gerekmektedir. Düzenli uyku uyuyamayan çocuk huzursuz olur ve gelişimi zayıf kalır.( Aydınlı, 2003)
Çocuklar için ideal Uyku saatleri:
2 yaşında bir çocuk için 10-12 saat gece uykusu 1-2 saat gündüz uykusu
3 yaşında bir çocuk için 10-12 saat gece uykusu 1-2 saat gündüz uykusu
4 yaşında bir çocuk için 10-12 saat gece uykusu 0-2 saat gündüz uykusu
5 yaşında bir çocuk için 10-12 saat gece uykusu 0-2 saat gündüz uykusu yeterli olacaktır.
Akşam daha uzun uyuyan 2-3 yaş çocukları gündüz uykusuna ihtiyaç duymayabilirler.
4 ve 5 yaşlarındaki çocuklar da artık gündüz uykusuna ihtiyaç duymuyor olabilirler.
Bu bilgiler doğrultusunda anne ve babalar kendi çocuklarının uyku düzenini ayarlamaları gerekmektedir. Çocuklarının yeteri kadar uyuyup uyumadıklarını daha iyi öğrenmeleri için aşağıdaki sorulara cevap vermeleri gerekmektedir.
Çocukta uykuya dalma zorlukları:
Uyku, sessiz, sakin, karanlık ve uygun koşullar ister. Eğer içeride onun dikkatini çeken bir şeyler yapılıyorsa, sevdiği bir filmin sesi geliyorsa çocuk uyumak istemeyecektir. Bu nedenle çocuğunuzu uyumaya gönderdiğiniz zaman, ya da yatağına siz yatırdığınız zaman aklının içeride kalmamasına dikkat edin. Örneğin evde misafir varsa o çocuk için odasına çekilmek işkence gibi gelecektir. Karnı açsa, bütün gün anne babasından uzak kalmış ve henüz onlarla oynamaya konuşmaya doyamamışsa yine uyumak için içeri gitmesi zor olacaktır. Çocuğunuzla her akşam mutlaka belirli bir süre başbaşa geçirmeye çalışın. Uyumamak için direnen çocukların bir diğer nedeni de, baskıcı anne-baba tutumuna karşı tepki göstermektir. Yatmaya direnen çocukların bir diğer bahanesi de kötü rüyalar görmektir. Çocuk ağlayarak uyanabilir. Genellikle beş yaşından sonra sıkıntılı düşler kaybolur. Gece Korkuları ve Karanlık korkusu; çocukların uyumaya direnmesinin bir başka sebebidir. Özellikle çocuklar bu bahaneyi kullanarak anne-babalarının yatağında yatma alışkanlığı geliştirebilirler. Korkunç senaryolar, ürkütücü arkadaşlar akıllarına gelebilir. Özellikle de karanlık bir odada tek başına kalınca korkular başlar.
Belli Başlı Uyku Bozuklukları:
Her insanın uykusu zaman zaman bozulabilir. Ruhsal sıkıntılar, bedensel hastalıklar uykunun süresini, düzenini gelip geçici olarak bozabilir. Bunlara uyku bozukluğu denmez. Birçok ruhsal bozuklukta uyku bozukluğu belirtisi çok sık görülür. Uyku esnasındaki bozukluklar şöyledir:
a.Uykuya geçiş (uykuya dalış biçimi, hızı, uykuya dalmada zorluk)
b. Uyku süresindeki olaylar (düşler, uyku bölünmeleri, diş gıcırdatma, sayıklama, uyurgezerlik)
c. Uyanma (erken uyanma, geç uyanma, uyanma güçlüğü)
Uyku Bozuklukları:
A.Uyku bozukluğu (dissomniya)
a. Uykusuzluk (insomnia)
b. Aşırı uyku (hipersomnia)
B.Parasomniyalar (korkulu düşler, uyurgezerlik gibi)
a. Bunaltılı düşler (kabus)
b. Uykuda korku nöbeti (karabasan)
c. Uyurgezerlik
Çocuğunuzun uyku düzenini oluşturabilmek için ailelere öneriler:
Çocuğunuzu yatağa yatırmadan önce dişlerin fırçalanması, babaya ve anneye iyi geceler öpücüğü verilmesi, bir masal okunması, bir bardak süt içilmesi gibi bir rutin oluşturun
Yatağa yatırdıktan sonra onunla günü hakkında biraz sohbet edin. Belki sadece sizinle konuşmaya ihtiyacı var diye uykuyla savaşıyor olabilir.
Uyku öncesi rutinlerine sıkıca uyun. Hatta uyku saati gelmeden az önce ona haber verin. “Dişlerin fırçalanmasına beş dk kaldı canım” suiistimal etmesine izin vermeyin. Bir masal yerine iki masal olabilir ama üçüncü ve dördüncü olmamalıdır.
Zamanında hazırlanıp yatağa gittiği zaman onu kutlayın. Ona ödül verebilirsiniz ya da onu parka götüreceğinizi söyleyerek mutlu uyumasına yardımcı olabilirsiniz.
Uykuyu reddetmek çocuğun kendini ifade edebilmesinde oldukça güçlü bir yöntemdir. Bu nedenle ona karar verme hakkı tanıyın. Masal mı anlatalım yoksa süt mü içersin diye sorular sorun ve uyumaktan başka seçeneğinin kalmadığının farkına varmasını sağlayın.
Çocuğunuz kuralları zorlamaya çalışacaktır. Ona karşı sert olmayın ama kararlı davranın. Belki bir miktar süreyi esnetebilirsiniz ama “ süre doldu” dediğiniz zaman gerçekten bittiğini anlasın. O yine de on dk daha diye mızırdanacaktır ama bir kere izin verirseniz her gece bu on dk'ları hakkı olarak görmeye başlayacaktır.
Çocuğunuza kendi başına uyumasını öğretin, buna alıştırın. Her gece o uyuyana kadar yanında kalmanızı istiyor olabilir. Ancak yavaş yavaş onu beş dk sonra geri geleceğim diyerek odadan çıkmanıza alıştırın. Siz içerdeki odadayken de güvende olacağına inansın.
Çocuk uyku düzenine hemen alışmayacaktır. Adım adım yavaş yavaş ilerleyin. Sizin yatağınıza her geldiğinde uykunuz kaçmasın diye onu yatağına geri götürmek yerine her kabul edişiniz onun bu davranışını pekiştirecektir. O yüzden bir kaç zaman uykunuz kaçma pahasına da olsa onu yatağına geri taşıyın. Her uyandığında kendini kendi yatağında bulsun.
Uyumak istememesinin nedenlerini araştırın.

23 Kasım 2012 Cuma

Okul Öncesi Eğitim Önemi

Okul öncesi eğitimin çocuklar, aileler ve toplum açısından birçok faydası vardır. 0-6 yaş arasını kapsayan erken çocukluk dönemi çocuğun en hızlı geliştiği dönemdir.
Beyin yapısı ve fonksiyonlarının gelişiminin üçte ikilik bölümü 0-4 yaş arasında tamamlanmaktadır. Erken çocukluk dönemindeki deneyimler beynin çalışma biçimi için belirleyicidir. Yapılan çalışmalar okul öncesi eğitim alan çocuklarda okula devam oranlarının ve okul başarısının daha yüksek olduğunu göstermiştir.
Okul öncesi eğitim sosyal ve duygusal gelişimi destekleyerek, yetişkinlik döneminde de kişilerin daha üretici ve verimli olmalarını ve sahip oldukları potansiyeli tam olarak kullanmalarını sağlar.
Çocukların gelişim özellikleri, bireysel farklılıkları ve yetenekleri göz önüne alan, sağlıklı bir biçimde fiziksel, duygusal, dil, sosyal ve zihinsel yönden gelişimlerini sağlayan, olumlu kişilik temellerinin atıldığı, yaratıcı yönlerinin ortaya çıkarıldığı, çocukların kendilerine güven duymalarının sağlandığı, ebeveyn ve eğitimcilerin etkin olduğu kaliteli bir okul öncesi eğitim programına katılan çocukların diğer çocuklara kıyasla gelecekte okul başarıları daha yüksek, sosyal ve duygusal, sözel, zihinsel ve fiziksel gelişim açısından daha yetkin olduklarını araştırmalar göstermiştir.(Tos,2001)
Okul öncesi eğitimin yararlarını kısaca şu şekilde sayabiliriz:
Çocukların zekâ puanlarında yükselme
Sınıfta kalma ve okul eğitiminden ayrılma oranlarında düşme
Çocukların beslenme ve sağlık durumunda iyileşme
Sosyal ve duygusal davranış gelişiminin daha ileri olması
Daha olumlu ebeveyn-çocuk ilişkisi
Yetişkinlikte kendine yeten, ekonomik kazanç potansiyeli yüksek bireyler olmak
Bu yüzden bu dönemde çocuğun zihinsel ve bedensel olarak yeterli beslenmesi ve etkileşimde bulunabildiği, onun gelişimini destekleyen bir ortamda bulunması gerekmektedir.
Erken çocukluk eğitimi insan gelişiminin başlangıç noktasıdır. Okul öncesi eğitim, çocukların ve ülkemiz insanının uzun vadede daha üretken, daha yaratıcı, sorun çözmede daha yetkin olmasını sağlar. (Budak/Akbaş,2006)
Okul öncesi eğitim çocuğu ilköğretime hazırlar mı?
İlköğretime hazır olmanın şartlarından biri çocuğun kendi yaşına uygun zihinsel gelişim düzeyine erişmesidir. Buna paralel olarak ilkokula başlayacak her çocuğun bazı temel becerileri kazanmış olması şarttır. Okul öncesi eğitim bu becerilerin kazanılmasında önemli bir rol oynar.
Okul öncesi eğitimin okula hazır olmayı sağlama açısından kazandırdığı becerileri şöyle özetleyebiliriz:
Sosyal olarak, çocuklar oyuncakları paylaşmanın yanında yetişkinin ilgisini, yiyecekleri paylaşmayı ve karşılıklı konuşmayı öğrenirler. Ayrıca yaşıtlarıyla çatışmaları ve ilişkilerde ortaya çıkan sorunları çözümlemeyi ve kendini nasıl ve ne zaman koruyacağını ve diğer çocukların hakkına saygı göstermeyi de öğrenirler. Bütün bunlar çocuğun ileriki yaşamında ortaya çıkan tüm sorunları çözmesine yardımcı olacak problem çözme becerilerinin artmasını sağlar.
Duygusal olarak, kendi işlerini kendisi yapması, sorunları kendisinin halletmesi ve bazı kararları kendisinin vermesi sayesinde kendine güveni yükselir.
Anne-babadan ayrı kalabileceğini ve onların bulunmadığı zamanlarda da kendisine bakabileceğini görmek çocuğun öz güven ve bağımsızlık duygularını artırdığı gibi, kendi kendini avutma ve oyalama becerilerinin gelişmesine yardımcı olur. Ayrıca toplu yaşamanın gerektirdiği sınırlara ve kurallara uymayı da anaokulunda öğrenirler.
Fiziksel olarak kesme, yapıştırma, boyama, kalem kullanma gibi faaliyetlerin düzenli olarak yapılması sonucu ince motor becerileri gelişir. Ayrıca koşma, zıplama, fırlatma, tırmanma gibi kaba motor fonksiyonlarını da kullanır ve geliştirir.
Zihinsel olarak, nesneleri eşleştirme, sınıflandırma, ölçme, gözlem yapma ve fikirler üretme gibi matematik ve bilim becerilerini kazanır.
Canlandırma, taklit ve hayali oyunlar sayesinde hayal gücü gelişir. Arkadaşları ve öğretmenleri ile konuşmak dil becerilerini geliştirir. Kitapları incelemek, boyama ve çizimler yapmak, arkadaşlarına mektup yazmak gibi faaliyetler de erken okuma ve yazma yetilerinin gelişmesine yardımcı olur. Ayrıca anaokulundaki faaliyetlerin dikkat ve konsantrasyon gerektirmesi çocuğun beyninin bu fonksiyonlarının gelişimine katkıda bulunur.
Dikkat eksikliği sorunu ve öğrenme güçlüğü olan çocukların erken fark edilmesi ve okula başlamadan gerekli önlemlerin alınmasını sağlar.
Tüm bunlar da okula hazır olması ve okul başarısı açısından önem taşır.(Arıkan,2002)
Okul öncesi eğitimine başlamak için en uygun yaş nedir?
Okul öncesi eğitim için hazır olma yaşı her çocuk için aynı değildir. Genel olarak anaokuluna başlama yaşının 2-4 yaş arası olduğunu söyleyebiliriz. Gelişimsel olarak bazı çocuklar 2 yaşında, bazı çocuklar da 3-4 yaşında anaokuluna başlamak için hazır olabilmektedir.
Annenin çalışması nedeniyle daha önceden anneden ayrı kalmaya alışık olan, ihtiyaçlarını konuşarak veya başka biçimlerde ifade edebilen, basit komutları izleyebilen, yürüme ve koşma gibi kaba motor fonksiyonları gelişmiş olan çocuklar hangi yaşta olurlarsa olsunlar, anaokuluna başlayabilirler.
Konuşma, yeme, hırçınlık, saldırganlık, büyüklerden ayrılamama, aşırı hareketlilik gibi sorunları olan çocukların anaokuluna gitmeleri de özellikle tavsiye edilebilmektedir.
Çocuğu anaokuluna psikolojik olarak nasıl hazırlamak gerekir? Onu nasıl motive edebiliriz?
Çocukların yeni ortamlara uyum yeteneği çok yüksektir. Ancak onun bu uyum yeteneğinin anne-babalar tarafınızdan engellenmemesi gerekir.
Aileler çocuklarını kreşe başlatma kararı verdiğinde, çocuktan önce anne-baba olarak kendilerinin buna gerçekten hazırlanması ve kararlarından emin olması gereklidir.
Anne-babalar çocuğun kreşe başlatma kararı konusunda ne kadar rahat olursa, çocuklar da, kendileri de o kadar az sorun yaşarlar. Anaokuluna başlamadan önce çocukla okul hakkında bol bol konuşmak, anaokullarında sıklıkla yapılan faaliyetleri çocuğa yavaş yavaş tanıtmak önemlidir. Örneğin evde makasla kağıt kesmeye ve boya kalemlerine alışkın bir çocuk, anaokulunda da aynı kağıt ve boyaları görünce rahatlar. Anne-babaların çocuğunuzun önemli bir adım atmakta olduğunu kabul etmeleri ve onu desteklemeleri önemli olmakla birlikte, farkında olarak veya olmayarak, bu değişiklik konusunun üzerinde çok fazla durmaları, yaşayacağı değişikliği çok fazla vurgulamaları da çocuğun kaygısını artırabilir.
Küçük çocukların anne-babaların verdiği sözel olmayan sinyalleri okumakta usta oldukları unutulmamalıdır. Bu nedenle eğer anne-baba onu kreşe başlattığı için suçluluk duyuyor ya da nasıl onu kreşe bırakıp çıkacağı konusunda endişe hissediyorsa, büyük olasılıkla çocukta bunu hissedecektir. Çocuğun kreşe rahat bir şekilde uyum sağlaması ve burada mutlu olması için öncelikle anne-babanın bu konuda kararlı, rahat ve emin davranması çok önemlidir.
Çocuğu kreşe gönderme kararı konusunda anne-baba ne kadar sakin ve emin davranırsa, çocuk da kendini o kadar güvende hissedecektir. Anne-babanın en ufak bir güvensizlik ya da tereddüdü ise çocuğun güvensizlik hissini ve kaygısını şiddetlendirecektir.
Çocuğu anaokuluna gönderirken karşılaşabileceğimiz zorluklar ve dikkat etmemiz gereken noktalar nelerdir?
Anne-babasından hiç ayrı kalmamış çocukların anaokuluna başlamadan önce kısa süreli ayrılıklara hazırlanması faydalı olur.
Hiç ayrılık yaşamamış çocuğun aniden farklı bir ortamda yalnız kalması endişe ve kaygıyı fazla hissetmesine neden olabilir. Bu nedenle çocuğun kısa süreli ayrılıklara alışması için önceden hafta sonu bir yakınına bırakılması, gün içinde belli saatlerde evde ya da başka bir ortamda anneden ayrı biriyle kalması tavsiye edilir.
Çok çekingen ve kendine güveni düşük çocuklar ve sınır ve kural tanımayan çocukların anaokuluna başlamasında değişik sorunlar yaşanır. Çekingen çocuklarda öğretmen yardımı olmadığında çekingenlik ve güvensizliğin artması gözlenebilir. Bu gibi durumlarda öğretmenle işbirliği yapılarak, çocuğun kendini ifade etmesinin sağlanması önemlidir.
Sınır ve kural tanımayan çocukların da diğer çocuklara ve okul eşyalarına zarar vermesi sorunu yaşanabilir. Yine aynı şekilde öğretmenlerle işbirliği yapılarak, sınır ve kuralların bu çocuklara öğretilmesi sağlanabilir.
Çocuk anaokulundan korkuyorsa, neler yapmak gerekir?
Her yeni ortama girmenin çocuklarda ve yetişkinlerde belli düzeyde bir kaygı oluşturması doğaldır. Yukarıda belirttiğim şekilde çocuk önceden hazırlanarak bu kaygısını yenmesinde yardımcı olunabilir.
Ancak anne-babanın farkında olarak veya olmayarak, bu değişiklik ve kaygının üzerinde çok fazla durması, kendilerinin de kaygılı olması çocuğun kaygısını artırabilir.
Küçük çocuklar sözel olarak ifade etmeseler de, davranış ve mimiklerinden anne-babalarının neler hissettiğini çok iyi anlarlar. Eğer anne-baba çocuğu kreşe başlattığı için suçluluk ya da kaygı duyuyorsa, büyük olasılıkla çocuk da bunu hissedecektir.
Çocuğun kreşe rahat bir şekilde uyum sağlaması ve burada mutlu olması için öncelikle anne-babanın bu konuda kararlı, rahat ve emin davranması çok önemlidir. Çocuğu kreşe gönderme kararı konusunda anne-baba ne kadar sakin ve emin davranırsa, çocuk da kendini o kadar güvende hissedecektir.
Eğer çocuk annesinden ayrılmak ve anaokuluna gitmek istemezse, neler yapmak gerekir?
Her çocuk seçme şansı verilirse, doğal olarak annesi ile kalmak ister. Ancak çocuk kendisi için doğru olanı değerlendirme kapasitesine sahip değildir. Bu nedenle anaokuluna başlama gibi çok önemli bir kararının çocuğun anlık isteklerine bakılmaksızın anne-baba tarafından verilmesi gerekir.
Çocuğun istemediği taktirde okuldan alınacağını bilmesi veya bunu sezmesi, okula uyumunu ve düzenli devam etmesinin sağlanmasını zorlaştırır, hatta bazı hallerde imkansız hale sokar.
Bu nedenle, anaokulu ile ilgili önemli bir sorun ya da hastalık durumu olmadığı sürece okuldan ayrılmasının söz konusu olmadığı çocuğa anlatılmalıdır.
Anne-babasından hiç ayrı kalmamış çocukların anaokuluna başlamadan önce kısa süreli ayrılıklara hazırlanması faydalı olur. Hiç ayrılık yaşamamış çocuk, aniden farklı bir ortamda yalnız kalması endişe ve kaygıyı fazla hissetmesine neden olabilir. Bu nedenle çocuğun kısa süreli ayrılıklara alışması için hafta sonu bir yakınına bırakılması, gün içinde belli saatlerde evde ya da başka bir ortamda anneden ayrı biriyle kalması tavsiye edilir.
İlk birkaç gün çocuğun yeni ortama güven duyması ve aşinalık kazanması için öğretmenlerin önerileri doğrultusunda anne-baba anaokulunda belli bir süre kalabilir. Ancak bunun birkaç günü geçmemesi ve anaokuluna bırakırken anne-babanın vedalaşma süresini kısa tutması ve duygusal sahnelerden kaçınması önerilir.
Okul öncesi eğitimde çocuklar ne tip becerileri kazanır?
Çocuklar okul öncesi eğitim ile sosyal, duygusal fiziksel ve zihinsel birçok beceri kazanır ve geliştirirler.
Sosyal olarak paylaşmayı, sıra beklemeyi, kurallara uymayı, karşılıklı konuşmayı, oyun kurmayı, yaşıtları ile çıkan çatışmaları çözmeyi, kendini korumayı ve diğer çocukların haklarına saygı göstermeyi öğrenir.
Yemek, uyku, tuvalet gibi özbakım becerilerini kazanmak, anne-babadan ayrı kalmak duygusal gelişimine katkıda bulunarak kendine güvenini artırır.
Anaokullarındaki kesme, yapıştırma, boyama, kalem kullanma gibi faaliyetlerin düzenli olarak yapılması ise çocukların ince motor becerilerini geliştirir. Ayrıca koşma, zıplama, fırlatma, tırmanma gibi faaliyetlerle de kaba motor fonksiyonlarını kullanır ve geliştirir.
Anaokulundaki nesneleri eşleştirme, sınıflandırma, ölçme, gözlem yapma ve fikirler üretme gibi çeşitli faaliyetler çocuğun matematik ve bilim becerilerinin gelişmesini sağlar. Canlandırma, taklit ve hayali oyunlar sayesinde hayal gücü gelişir. Arkadaşları ve öğretmenleri ile konuşmak dil becerilerini geliştirir.
Kitapları incelemek, boyama ve çizimler yapmak, arkadaşlarına mektup yazmak gibi faaliyetler de dikkat ve konsantrasyonun artmasına ve erken okuma ve yazma yetilerinin gelişmesine yardımcı olur.
Anaokulu çocuğun yaratıcı yönlerini ve ilgi alanlarını ortaya çıkarmak açısından da önem taşır.

25 Temmuz 2012 Çarşamba

Özel Eğitim Nedir.

ÖZEL EĞİTİM UZMANI VE ÖZEL EĞİTİM UZMANI KİMDİR?
Özel Eğitim Rehberlik ve Danışma Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün 2000 yılında hazırladığı 573 sayılı kanun hükmünde kararnamede özel eğitim “özel eğitim gerektiren bireylerin eğitim ihtiyaçlarını karşılamak için özel olarak yetiştirilmiş personel, geliştirilmiş eğitim programları ve yöntemleri ile onların özür ve özeliklerine uygun ortamlarda sürdürülen eğitim” olarak tanımlanmıştır.
Özel eğitim öğretmeni ise; üniversitelerin eğitim fakültelerinde yeralan özel eğitim programlarından 4 yıllık lisans eğitimi almış, zihinsel engelliler, işitme engelliler, görme engelliler ana bilim dallarında branşlaşmış personeldir. Özel eğitim öğretmenleri aynı programda 2 yıllık yüksek lisans derecelerini aldıklarında ise “özel eğitim uzmanı” ünvanını alırlar. Özel eğitim öğretmenleri, devlet okullarında, özel rehabilitasyon merkezlerinde, ya da özel eğitim hizmeti sunulan diğer kurumlarda görev yapabilirler. Türkiye’de şu anda 8 üniversitede özel eğitim programları bulunmaktadır. Her program yılda yaklaşık olarak 50 özel eğitim öğretmeni mezun etmektedir. Özel eğitim öğretmenleri öğrencinin “bireysel eğitim program” larının hazırlanması için oluşturulan ekibe de başkanlık eder.
EĞİTSEL TANILAMA VE DEĞERLENDİRME SÜRECİ
Özel eğitimde eğitsel tanılama ve değerlendirme süreci Özel Eğitim Rehberlik ve Danışma Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün hazırlamış olduğu Özel Eğitim Hizmetleri Yönetmeliği’nde aşağıdaki gibi tanımlanmıştır. Bu bilgi http://orgm.meb.gov.tr/ adresinden aynen alınmıştır:
Eğitsel değerlendirme ve tanılama
MADDE 7- (1) Eğitsel değerlendirme ve tanılama sürecinde, eğitsel amaçla bireyin tüm gelişim alanındaki özellikleri ve akademik disiplin alanlarındaki yeterlilikleri ile eğitim ihtiyaçları belirlenerek en az sınırlandırılmış eğitim ortamına ve özel eğitim hizmetine karar verilir.
(2) Bireyin eğitsel değerlendirme ve tanılaması rehberlik ve araştırma merkezinde oluşturulan özel eğitim değerlendirme kurulu tarafından nesnel, standart testler ve bireyin özelliklerine uygun ölçme araçlarıyla yapılır. Tanılamada bireyin; tıbbî değerlendirme raporu ile zihinsel, fiziksel, ruhsal, sosyal gelişim öyküsü, tüm gelişim alanlarındaki özellikleri, akademik disiplin alanlarındaki yeterlilikleri, eğitim performansı, ihtiyaçları, eğitim hizmetlerinden yararlanma süresi ve bireysel gelişim raporu dikkate alınır.
(3) Eğitsel değerlendirme ve tanılama; eğitimin her tür ve kademesindeki geçişler ile bireylerin eğitim performansı ve eğitim ihtiyaçları dikkate alınarak veli ya da okulun/kurumun isteği üzerine gerektiğinde tekrarlanır.
(4) Eğitsel değerlendirme ve tanılama sonucunda özel eğitime ihtiyacı olduğu belirlenen bireyler için Ek-1’de yer alan Özel Eğitim Değerlendirme Kurul Raporu hazırlanır. Bu rapor, özel özel eğitim kurumlarından eğitim ve destek eğitim hizmeti alan öğrenciler için her yıl yenilenir.
(5) Millî eğitim müdürlükleri, örgün ve yaygın eğitim kurumları, sağlık kuruluşları, üniversiteler, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna bağlı birimler ve yerel yönetim birimleri özel eğitime ihtiyacı olan bireylerin eğitsel değerlendirme ve tanılanması amacıyla RAM’a yönlendirilmesinde sorumluluğu paylaşırlar.
(6) Eğitsel değerlendirme ve tanılama hizmetlerine ilişkin bilgi işlem hizmetleri Bakanlıkça geliştirilir.
Eğitsel değerlendirme ve tanılamanın ilkeleri
MADDE 8- (1) Eğitsel değerlendirme ve tanılamanın ilkeleri şunlardır:
a) Eğitsel değerlendirme ve tanılama erken yaşta yapılır.
b) Eğitsel değerlendirme ve tanılama, bireyin tüm gelişim alanlarındaki özellikleri ve akademik disiplin alanlarındaki yeterlilikleri ile eğitim ihtiyaçları birlikte değerlendirilerek yapılır.
c) Eğitsel değerlendirme ve tanılama; fiziksel, sosyal ve psikolojik bakımdan birey için en uygun ortamda yapılır.
ç) Eğitsel değerlendirme ve tanılama, bireyin yetersizliğine göre birden fazla yöntem ve teknik ile uygun ölçme araçları kullanılarak yapılır.
d) Eğitsel değerlendirme ve tanılama, bireyin eğitim ihtiyacı ve gelişimi dikkate alınarak gerektiğinde tekrarlanır.
e) Eğitsel değerlendirme ve tanılamada, bireyin öğrenme ortamları ile yeterli ve yetersiz olduğu yönler birlikte değerlendirilir.
f) Eğitsel değerlendirme ve tanılama sürecinde veli, okul ve uzmanlar iş birliği içinde çalışırlar.
g) Eğitsel değerlendirme ve tanılama sürecinde ailenin ve gerektiğinde bireyin görüşü alınır.
ğ) Eğitsel değerlendirme ve tanılama süreciyle ilgili olarak birey ile ailenin görüş ve onayları alınmadan hiçbir açıklama yapılamaz. Eğitsel değerlendirme ve tanılama sonuçları sadece yasal ve eğitimle ilgili kararlar almak için kullanılır.
Eğitsel değerlendirme ve tanılama için gerekli belgeler
MADDE 9- (1) Eğitsel değerlendirme ve tanılamaya alınacak bireyler için aşağıdaki belgeler istenir:
a) Bireyin, velisinin ya da okul/kurum yönetiminin yazılı başvurusu.
b) Okula/kuruma kayıtlı öğrenciler için bireysel gelişim raporu.
c) Herhangi bir okula/kuruma kayıtlı olmayan bireyler için başvurduğu RAM’ın sorumluluk bölgesi içinde ikamet ettiğini gösteren belge.
ç) Gerektiğinde tıbbî tanılaması ile ilgili sağlık kurulu raporu.
Eğitim planı
MADDE 10- (1) Özel eğitime ihtiyacı olan her birey için Ek-1/a’da yer alan Eğitim Planı Örneği hazırlanır. Eğitim planında, bireyin tüm gelişim ve akademik disiplin alanlarındaki performansı ile öncelikli eğitim ihtiyaçlarına göre belirlenen yıllık amaçlar yer alır.
(2) Eğitsel değerlendirme ve tanılaması ilk kez yapılan her bireyin eğitim planı özel eğitim değerlendirme kurulu tarafından hazırlanır.
(3) Eğitim planı yeniden hazırlanırken öğrencinin o yıla ait bireysel gelişim raporu ile bir önceki eğitim planı dikkate alınır.
(4) Resmî okul ve kurumlara devam eden öğrencilerin eğitim planı her yıl BEP geliştirme birimi tarafından yenilenir.
(5) Eğitim ve/veya destek eğitim hizmeti verilen özel özel eğitim okul ve kurumlarındaki bireylerin eğitim planı her yıl özel eğitim değerlendirme kurulu tarafından yenilenir.

Otizm Nedir ?



Otizm yaşam boyu süren bir durumdur.Otizm her bireyi farklı düzeyde etlkiler.Otizm ömür boyu süren bir durumdur ama otizmi olan bireyler birçok beceriyi gerçekleştirebilir ve birçok şeyi öğrenebilirler.Otizmi olan bireyler insanlar duygularını,isteklerini,anlatmakta zorlanırlar.Yeni inanlarla tanuşmakta ve arkadaşlar edinmekte zorlanırlar.Diğer insanların ne düşündüğünü anlamakta zorlanırlar.Otizmin sebebi bilinmemektedir.Çocuğunuzun otizmli doğmasının sebebi sizin kötü bir ebeveyn olmanız değildir!
Bazı ailelerde birden fazla otizmli birey olabilir .Bu da otizmin genetik olabileceği sorusunu akııllara getirmektedir ve bu konuda araştırmalar devam etmektedir.Ama kesin olan şudur ki otizmin sebebi psikolojik bir durum değildir.Otizmi olan bireyler konuşamayabilir.Başka insanların ne söylediğini anlamakta zorlanabilir.Sadece en sevdikleri şeyler hakkında konuşabilir.
Diğer insanların söylediklerini taklit edebilir.Diğer insanların duygularını anlamakta zorlanabilir.Diğer bireylerin oyunlarına katılmak istemeyebilir.Her gün aynı şeyleri yapmaktan,aynı oyunu oynamaktan zevk alabilir.Otizmli bireyler için koordinsayon gerektiren aktiviteler zor olabilir.
Çatal kullanmak,makasla kesmek, bisiklete binmek ya da bıçakla kesmek zor gelebilir.Bir alanda matematik,sanat ya da dil gibi çok iyi olabilirler.Görsel olarak öğrenen bireyler oldukları için gözlem yoluyla başka bireylerin yaptıklarına bakarak yapılanı kolaylıkla öğrenebilirler.Bir aktivitede dikkatlerini toparlayıp yoğunlaştırabilirler.Otizmli bireylerde öğrenme güçlüğü olabilir.
Otizmli bireylerin %70-80'nin zihinsel engelli olduğu doğru değildir.Otizmli bireyler öğrenen fakat öğrendiklerini uygun şekilde uygulamakta sıkıntı yaşayan bireylerdir.Otizmli bireyler okuma-yazma öğrenebilir.

10 Şubat 2012 Cuma

Otizm'de ümit verici gelişmeler

 Otizm'de ümit verici gelişmeler
Otizm'le ilgili araştırmalarda ümit verici gelişmeler yaşanıyor. Türkiye, ABD, Pakistan, Ürdün, Suudi Arabistan ve Kuveyt'te otizme yatkınlığı bulunan 104 aile üzerinde yapılan araştırma, gelişimsel bozukluğa yol açan 6 yeni genin teşhis edilmesine imkan sağladı. 
Bazı vakalarda otizme çare olarak görülebileceği ileri sürülen ve bunun sadece bir hastalık değil, genetik ve çevresel etkilerin yol açtığı bir bozukluk olduğu kanısını güçlendiren araştırma, Boston'daki Harvard Medical Okulu tarafından yapıldı. Araştırma, incelenen ailelerin büyük bölümünde otizme, hatalı DNA bileşiminin ve doğum sonrasındaki fiziksel ve sosyal çevre etkilerinin yol açtığını da gösterdi. Mutasyonlar, beynin gelişiminde büyük öneme sahip genlerin ve erken çocukluk dönemine kadar harekete geçirilen beyin hücrelerinde hasara yol açıyor. Araştırmaya dahil edilen ailelerden 88'inde birinci dereceden kuzen evliliği olduğu ve bu tür evliliklerin sonucunda nörolojik doğum kusurunun neredeyse yüzde yüz oranında olduğu da hatırlatıldı.

7 Şubat 2012 Salı

Otizm Tedavisinde Yeni Gelişme

Erken teşhisin çok zor olduğu bu hastalıkta yeni bir yöntem geliştirildi… Bilim adamları, erken teşhisi önemli, ancak bir o kadar da zor,..
Bilim adamları, erken teşhisi önemli, ancak bir o kadar da zor olan otizmhastalığına 10 dakikada tanı konulmasını sağlayabilecek bir yöntem geliştirdi.
İtalyan La Stampa gazetesinin haberine göre, İngiltere’deki Psikiyatri Enstitüsünden Chiristine Ecker ve ekibi tarafından geliştirilen özel bir yazılım yardımıyla kullanılan manyetik rezonans (MR) görüntüleme yöntemiyle sosyal etkileşimi ve iletişimi engelleyen bir gelişim bozukluğu olan otizm dakikalar içerisinde teşhis edilebilecek.


Geliştirdikleri programın, hastalığın tanısına yardımcı olan anatomik özellikleri belirleyebildiğini kaydeden Ecker ve ekibi, bunun doğruluğunu ispatlamak için 20 otistik yetişkine, dikkat eksikliği olan 20 kişiye ve 20 sağlıklı bireye MR’la beyin taraması yaptırdı.
Elde edilen verilerin analizinde geliştirdikleri programı kullanan bilim adamları, bu şekilde otizm vakalarının teşhisinde yüzde 90 oranında başarı elde etti.
Bilim adamları, geliştirdikleri tekniğin, çocuklarda otizme erken tanı konulmasında etkili olabileceğine dikkati çekti.

Otizle İlgili Çalışmalar

Stanford Üniversitesi Dergisi Ocak-Şubat 2011 Sayısı Otizm Makalesi
Otizm heterojen bir hastalıktır. Otizm başlığı altında toplanan çoçukların hepsi aynı kefeye konamaz. Otizmin subgrupları tanımlanmalı, buna göre genler, moleküler yolaklar beyinde ve kanda bu yolakların etkileri araştırmalıdır. Şu ana kadar olan bilgiler bunun nöronlar arası bağlantılardan kaynaklanan bir bozukluk olduğu yolundadır. Hepimizin kromozomlarında çok hafif bozukluklar vardır. Küçük DNA parçaçıkları ya silinmiş ya da çoğalmış eğer bu DNA parçaçıkları gen ihtiva ediyorsa; standart 2 gen yerine aynı genden 1 ve 3 tane oluyor. Mesela otizmli bireylerin %1-2 sinde 16 kromozomun 25 gen ihtiva eden bölgesinde bu tür silinme veya duplikasyonlar saptanmış.
Halen otistik bireylerin deri hücreleri çok amaçlı kullanılarak kök hücrelere sonra nöral tüp deneme embiyonik beyin hücrelerine dönüştürülüyor. Böylece yapay otizm beyinleri oluşturularak bu beyinlerin sırrı çözülmeye çalışılıyor. Bu ilk denemelerde bu hücrelerde yakın mesafe bağlantılarının çok fazla, uzak mesafe bağlantılarının ise çok az olduğu görüldü.
Bu da çocukların tek bir alanda çok başarılı olabildikleri halde farklı konulardaki bilgileri birleştirmede neden zorlandıklarını açıklayabilir. Bu arada bazı çevresel faktörlerin de ( bu konuda rivayeti muhtelif; ağır metallerden, fazla tv seyretmeye kadar değişiyor.) beyin hücrelerinde ( nöronlarda) bu genetik değişikleri tetikleyeceği düşünülüyor.
Başka bir araştırıcı da hücreler arası bağlantıyı sağlayan proteinlerin üzerinde çalışıyor. Bu bağlantı proteinlerinde (sinaps proteinleri) genetik değişikliklerin oluştuğunu gösteren çalışmalar da var. Bunlardan nöroliğin denilen proteinde oluşan gen değişikliği yapıldığı zaman farelerde otistik davranışların ortaya çıktığı görülmüş. ( Diğer farelerle ilişki kuramamış ama bazı oyunları daha kolay öğrenmişler, tekrarlayıcı hareketler yapmışlar.)
Örneğin otizmli bireylerin yaklaşık % 10’unu oluşturan “Fragil X” Sendromu denilen hastalıkta bu sinaps (bağlantı) proteinlerine etki eden ilaçlarla davranışsal problemlerde kısa süreli düzeltmeler olduğunun gösteren ön çalışmalar vardır.
Ayrıca beyin görüntüleme yöntemleri ile de ( MR) gibi bu çocuklardaki problemlerin ne olduğunu anlamaya çalışan araştırmacı grupları vardır. ( Bu çocuklarda MR çekmenin tüm zorluklarına rağmen) Akson denilen sinir uçlarını inceleyen görüntüleme yöntemleri de (DTI) bu çocuklarda uzun mesafe bağlantısının bozuk olduğunu desteklemektedir.
Kısaca, otizm bütün uğraşılara rağmen halen gizemini korumaktadır. Biyolojik bir açıklama yapılmadan tedavi geliştirilmesi beklenmemelidir.

Otizm heterojen bir hastalıktır!

Stanford Üniversitesi Dergisi  Ocak-Şubat 2011 Sayısı Otizm Makalesi
Otizm heterojen bir hastalıktır. Otizm başlığı altında toplanan çoçukların hepsi aynı kefeye konamaz. Otizmin subgrupları tanımlanmalı, buna göre genler, moleküler yolaklar beyinde ve kanda bu yolakların etkileri araştırmalıdır.  Şu ana kadar olan bilgiler bunun nöronlar arası bağlantılardan kaynaklanan bir bozukluk olduğu yolundadır.  Hepimizin kromozomlarında çok hafif bozukluklar vardır. Küçük DNA parçaçıkları ya silinmiş ya da çoğalmış eğer bu DNA parçaçıkları gen ihtiva ediyorsa; standart 2 gen yerine aynı genden 1 ve 3 tane oluyor. Mesela otizmli bireylerin %1-2 sinde 16 kromozomun 25 gen ihtiva eden bölgesinde bu tür silinme veya duplikasyonlar saptanmış.

Halen otistik bireylerin deri hücreleri çok amaçlı kullanılarak kök hücrelere sonra nöral tüp deneme embiyonik beyin hücrelerine dönüştürülüyor. Böylece yapay otizm beyinleri oluşturularak bu beyinlerin sırrı çözülmeye çalışılıyor. Bu ilk denemelerde bu hücrelerde yakın mesafe bağlantılarının çok fazla, uzak mesafe bağlantılarının ise çok az olduğu görüldü.
Bu da çocukların tek bir alanda çok başarılı olabildikleri halde farklı konulardaki bilgileri birleştirmede neden zorlandıklarını açıklayabilir.
Bu arada bazı çevresel faktörlerin de ( bu konuda rivayeti muhtelif; ağır metallerden, fazla tv seyretmeye kadar değişiyor.) beyin hücrelerinde ( nöronlarda) bu genetik değişikleri tetikleyeceği düşünülüyor.
Başka bir araştırıcı da hücreler arası bağlantıyı sağlayan proteinlerin üzerinde çalışıyor. Bu bağlantı proteinlerinde (sinaps proteinleri) genetik değişikliklerin oluştuğunu gösteren çalışmalar da var. Bunlardan nöroliğin denilen proteinde oluşan gen değişikliği yapıldığı zaman farelerde otistik davranışların ortaya çıktığı görülmüş. ( Diğer farelerle ilişki kuramamış ama bazı oyunları daha kolay öğrenmişler, tekrarlayıcı hareketler yapmışlar.)
Örneğin otizmli bireylerin yaklaşık % 10’unu oluşturan “Fragil X” Sendromu denilen hastalıkta bu sinaps (bağlantı) proteinlerine etki eden ilaçlarla davranışsal problemlerde kısa süreli düzeltmeler olduğunun gösteren ön çalışmalar vardır.
Ayrıca beyin görüntüleme yöntemleri ile de ( MR) gibi bu çocuklardaki problemlerin ne olduğunu anlamaya çalışan araştırmacı grupları vardır. ( Bu çocuklarda MR çekmenin tüm zorluklarına rağmen) Akson denilen sinir uçlarını inceleyen görüntüleme yöntemleri de (DTI) bu çocuklarda uzun mesafe bağlantısının bozuk olduğunu desteklemektedir.
Kısaca, otizm bütün uğraşılara rağmen halen gizemini korumaktadır. Biyolojik bir açıklama yapılmadan tedavi geliştirilmesi beklenmemelidir.
Stanford Üniversitesi Dergisi
Ocak-Şubat 2011 Sayısı
California, USA

Nasıl Uygulanıyor?

Her tür müzikle
İşitsel Eğitim'de Dr. Guy Berard'ın buluşu olan "audiokinetron" adlı bir cihaz kullanılıyor. Bu cihaz başka bir ses kaynağından verilen sesleri modüle ediyor, sesleri 15 - 25 bin frekansa kadar değiştirebiliyor. Bir kaset ya da diskçalarla bağlantılı olarak kullanılan "audiokinetron" programlanarak, hastanın durumuna, ihtiyaçlarına göre frekanslar arttırılabiliyor. İstenmeyen frekanslarsa yok edilebiliyor. Sağ ve sol kulağa ayrı ayrı desibelde, volümde ses verilebiliyor. Müzik türünün tedavide bir önemi yok. Ama çocukların zevkle dinleyebilmesi için melodik, zengin ritmli müzikler tercih ediliyor. Çeşitli frekanslar beynin ilgili bölümlerine bu müziğin içinden kamufle edilerek yollanıyor. Beyne ulaşan bu ses dalgaları beynin bazı bölgelerini uyarıyor ve tüm frekans eşiklerini eşit düzeye getirerek aşırı duyarlılık, asimetrik ya da ağrılı algılamayı ortadan kaldırıyor ya da minimuma indiriyor.

İşitsel Eğitim günde iki kez 30'ar dakikalık seanslarla iki haftada gerçekleştiriliyor. Toplamı 10 saat olan 20 seansta tedavi tamamlanıyor. Tedavinin etkileriyse onbeş gün - altı ay içinde görülebiliyor. Altı ay sonunda istenen gelişme sağlanamamışsa tedavi tekrarlanıyor.

Otistik, Disleksi Ve Hiperaktif İşitsel Egitim

"Rain Man"e müzikli tedavi

Avrupa ve ABD'de otistik, disleksi ya da hiperaktif çocukların tedavisinde uzun süredir kullanılan bir yöntem: Zihinsel bozukluklar ve işitsel algı problemleri müzik yoluyla düzeltiliyor. Türkiye'de de psikolog doktor Murat Güvençer'in uyguladığı yöntemde başarı oranı yüzde 75.
İlkokul ikinci sınıf öğrencisi M.K., sınıfındaki diğer çocuklar gibi kıpır kıpır, cıvıl cıvıl. Oysa iki yıl öncesine kadar hayatla bağları kopuktu, "boğuk boğuk öten sesler"le çevrili dünyasında tek başınaydı. "Oğlum yedi yaşındaydı ama konuşamıyordu. Elliye yakın kelime biliyordu ama bunları yerli yersiz kullanıyor, hiç cümle kuramıyordu. Onunla konuşmayı milyonlarca kez denedim, beni anlayamıyordu, sanki başka bir dünyadaydı" diye anlatıyor annesi o günleri...

Bebekken orta kulak iltihabı geçirmişti M.K. İlerleyen yaşına rağmen konuşmayı sökemeyince, işitme problemi olabileceği düşüncesiyle doktorlara taşındı. Ama kulaklarında fiziksel bir sorun yoktu, duyabiliyordu. Bu kez, otistik ya da hiperaktif olabileceği şüphesiyle davranışları bir kasete çekilip İngiltere'deki uzmanlara yollandı. Hayır, otistik de değildi. Annesi kendini onun tedavisine adamıştı ama sonuç alınamıyordu. Bir gün gazetede "işitsel tedavi"den, "konuşamayan çocuklar"dan bahseden bir yazı okudu ve psikolog doktor Murat Güvençer'in kapısını çaldı. M.K.'da zihinsel gelişme bozukluğu vardı, hemen "İşitsel Eğitim"e başlandı. Annesinin deyimiyle şimdi "bülbül gibi" konuşuyor. "Bir zamanlar 'boğuk boğuk öten' bir ses olarak algıladığı tüm kelimeleri, cümleleri ve şarkıları; yedi yıl boyunca soramadığı, öğrenemediği herşeyi şimdi keşfediyor."


İşitme = davranış
İşitsel Eğitim (Auditory Integration Training) otizm, hiperaktivite, disleksi, Rett's Disorder, Asperger's Disorder gibi zihinsel gelişme bozukluğundan kaynaklanan hastalıkların tedavisinde uygulanan ampirik bir tedavi yöntemi. Fransız kulak - burun - boğaz uzmanı Guy Berard bu yöntemi tam 30 yıllık çalışma sonucunda geliştirmiş. Avrupa ve ABD'deki çeşitli otizm merkezlerinin yürüttüğü 12 araştırma, bu yolla tedavinin olumlu sonuçlar verdiğini ama yöntemin tam olarak nasıl çalıştığına dair bilimsel bir kanıt olmadığını söylüyor. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) da yeterli araştırma olmadığından tedavi yöntemini henüz onaylamamış. Ancak İşitsel Eğitim, ABD'de ve Avrupa'da 15 ülkede 10 yılı aşkın bir süredir uygulanıyor. Türkiye'deki geçmişi ise sadece iki yıllık; İşitsel Eğitim'in tek uygulayıcısı olan psikolog doktor Murat Güvençer, aynı zamanda bu yöntemi Türkiye'ye getiren kişi.

"İşitsel Eğitim'i ilk kez 10 yıl kadar önce duyduğumda inandırıcı gelmemişti. Bunun alternatif tedavi ya da para tuzağı olduğunu söyleyenler vardı. Ama birkaç yıl sonra yabancı basında yeniden karşıma çıktığında ilgimi çekti" diyor Güvençer. Fransa'ya gidip Dr. Berard'ın öğrencisi olan Güvençer, bu tedavi yönteminin işitsel ve ruhsal rahatsızlıklar arasında bir köprü kurduğunu söylüyor: "Dr. Berard bu tedaviyi önceleri işitsel problemleri olan hastalara uyguluyormuş. Ama bir defasında hem işitsel problemi olan hem de ağır depresyon geçiren bir hastasının, tedaviden sonra ruhsal olarak da iyileştiğini görmüş. Ve işitsel problemlerin ruhsal dünyayla ilişkisi olduğunu, hatta otizm, disleksi gibi hastalıkların temelinde işitsel problemlerin yattığını düşünerek çalışmalarını zihinsel bozuklukları olan çocuklar üzerinde yoğunlaştırmış."

İşitsel Eğitim'in mimarı Dr. Berard "Hearing Equals Behavior / İşitme Eşittir Davranış" adlı kitabında otizm ve benzeri hastalıklarla işitsel algılama arasında bir bağ olduğunu söylüyor. Berard'a göre sesleri algılamada problemler yaşayan beyin bunu düzeltmeye çalışırken yorgun düşüyor ve bu durum sinir sistemini etkiliyor. Dr. Güvençer de Berard'ı destekliyor: "Zihinsel gelişme bozukluğu olan çocuklarda işitme kaybı olmaksızın hassas işitme, ağrılı işitme ya da asimetrik işitme olabilir. Örneğin çocuk bin frekans bir sesi her iki kulaktan eşit almayabilir ya da bazı frekanslara diğerlerinden daha hassas olabilir; örneğin arı vızıltısını kamyon geçiyormuş gibi duyabilir. Müzik dinlerken sesin sürekli olarak bir açılıp bir kısıldığını düşünün; işte bu tür problemleri olan çocuklar dünyayı böyle algılarlar. Dolayısıyla da bu durum zihinde büyük karışıklığa sebep olur. Beyne etki eden her tür algı bozukluğu dikkat dağınıklığı, zihinsel yorgunluk, duygusal gerilim ve ruhsal bozukluklara sebep olur."

İşitsel Eğitim'e göre beyindeki bu karışıklığı düzeltmenin yolu işitsel algılardaki problemleri çözmekten geçiyor. İşitsel algılama düzeltilirse otizm ve disleksi, hiperaktivite gibi otizmle bağlantısı olan hastalıkların kalıcı tedavisi mümkün olabiliyor.

Mucize değil devrim
"Kızım İrem üç yaşına geldiğinde hâlâ konuşamıyordu" diyen Aslı Şen, Dr. Güvençer'e başvuran annelerden biri. "Kızım bazı seslere de aşırı duyarlıydı, örneğin çamaşır makinesinin sesinden çok korkuyordu. Çok da içine kapanıktı." Aslı Hanım, İrem'in fiziksel bir sorunu olmadığını öğrenince Dr. Güvençer'e başvurmuş. 1.5 yıllık tedavi son derece başarılı bir sonuç vermiş, İrem daha tedavinin ilk haftasında bir - iki kelime söylemeye başlamış. Altı ay sonra tedavi tekrarlandığında İrem'in dili tamamen çözülmüş, çevreyle iletişimi gelişmiş.

Dr. Güvençer bu tedaviyi iki yılda 150 hasta üzerinde uygulamış. "Bunların yüzde 90'ı otistik ya da otistik komponenti olan rahatsızlıklardı" diyor. Tedavi ettiği hastaların yüzde 75'inin son derece olumlu, hatta mucizevi gelişmeler gösterdiğini de sözlerine ekliyor.

"Otizm bir iletişim hastalığıdır" diyor Özgüvenç. "Kendi dünyasında yaşayan bu hastaların etrafla iletişimi, lisanı iletişim amaçlı kullanımı kısıtlıdır. Filmlerde görmüşsünüzdür; elleriyle kulaklarını kapatmaları, seslere aşırı tepki vermeleri hatta kriz geçirmeleri bunun bir göstergesidir. Otizmi tamamen tedavi etmek mümkün değil ama çocuğun işitsel bozuklukları giderilirse dışarıyla iletişimi kolaylaşacaktır. Çocukların diğer tedavilerle beş - on yılda katedebilecekleri yolu bu tedaviyle 15 gün - altı ay gibi kısa bir sürede alabilmek bu alanda gerçekten devrim sayılabilecek bir gelişme!"

Eskiden otistikti...
Zeynep Saatçioğlu 15 yaşındaki oğlu Cem'in otistik olduğunu söylüyor. "Konuşmakta ve algılamakta zorluk çekiyor, bazen bazı şeyleri beş kez anlatmak gerekiyordu. Normal bir okula gidiyordu ama sürekli eğitim takviyesi alıyordu. Orta bir öğrencisi olmasına rağmen ayakkabısını, kravatını bağlayamıyor, yalnız başına dışarı çıkamıyordu." Cem'in bu durumunu düzeltebilmek umuduyla Hacettepe Üniveritesi'ndeki uzmanlara başvuran ailesi, "otistik olduğu için yapacak bir şey olmadığı" cevabını almış. Üç yaşından beri doktorluğunu yapan Dr. Güvençer iki buçuk yıl kadar önce İşitsel Eğitim'i Türkiye'ye getirince, bu yöntemi Cem'de uygulayabileceklerini söylemiş. Tedavi olumlu sonuç vermiş. "Cem şimdi yaşıtlarıyla aynı düzeyde. Düşünüşünde, davranışında, okul hayatında büyük gelişme oldu. Sınıfın en alt seviyesindeyken şimdi en iyiler arasında" diyor anne Zeynep Saatçioğlu.

Pekçok anne - baba bunu "mucizevi bir tedavi" olarak nitelendirse de, Dr. Güvençer İşitsel Eğitim'in, uyguladığı hastaların yüzde 30'unda hiç etkisi olmadığını söylüyor. "Ama tedavi ettiğim hastaların yüzde 75'inde büyük gelişmeler oldu, hatta bazıları dev adımlar attı. Bu gerçekten umut verici ama bunu 'mucize tedavi' olarak nitelemek yanlış olur." Güvençer ne derse desin, artık yüzü gülen ailelerin ortak kanısı şu: "Kaybedecek bir şey ya da bir yan etki yok. Çocuklarımızın geleceği için denemeye değer."

Otizm'de Diyet Tedavisi: Glutensiz Kazeinsiz Beslenme

Otizm'de diyet tedavisi, baslica iki alerjen maddenin cocuklarin diyetinden tamamen cikarilmasi ile saglaniyor: gluten ve kazein. Gluten, bugday urunlerinde bulunan temel bir protein (bugday, bulgur, ekmek, pide, simit vs); ayrica gluten, bazi soslar ve kivam artiricilarda da bulunabiliyor (soya sosu, salata soslari, aci sos, bazi sirke cesitleri vs) . Kazein ise yine bir protein cesidi olup sut ve sut urunlerinde bulunmakta (sut, yogurt, tereyagi, peynir vs). Gluten ve kazein cesitli sebeplerle iyi sindirilemedigi takdirde, beyinde morfin seklinde hareket edebiliyor. Vucutta ciddi sekilde bagimlilik yapabilen bu madde, ayni zamanda davranis bozukluklarina da sebep olabiliyor. Goruldugu gibi, bu iki protein turu sadece sindirim veya bagisiklik sistemini etkilemekle kalmayip, sinir sisteminde de bozukluklara yol acabilmekte.
Genel olarak sindirimi zaten zor olan gluten ve kazeinin, dunya genelinde, cesitli alerjilere veya sindirim sitemini ilgilendiren hastalik ve hassasiyetlere yol actigi zaten bilinmekte, mesela gluten intoleransinin yol actigi colyak hastaligi gibi. Fakat gecen yuzyilin baslarinda bazi uzmanlar, gluten ve kazein ile bazi sinir sistemi problemleri arasindaki ciddi baglantiya dikkat cekmeye basladilar. Gunumuzde de glutenin bazi tur sizofreni ve diger sinir sistemi bozukluklariyla iliskisi en azindan bazi uzmanlar tarafindan kabul edilmekte.
Yine bircok otistik cocuktaki sindirim sistemi sorunlarinin yaygin varligi (kabizlik, ishal, kusma vs), otistik cocuklar tarafindan daha cok gluten ve kazein iceren urunlerin takintili bir sekilde tercih edilmesi, bazi uzmanlarda, otizm ile gluten ve kazeinin bir iliskisi olabilecegi ihtimalini uyandirmistir. Bunun tetkini yapmak aslinda o kadar zor degil. Metabolik hastaliklar ve otizm uzerine uzman bir hekime basvurdugunuzda eminim bunun tesbiti kolaylikla yapilabilir. Bugun glutensiz ve kazeinsiz diyeti deneyen otistik cocuk ailelerinin buyuk bir cogu, diyetten oldukca faydalandiklarini cesitli internet siteleri ve konferanslarda belli ediyorlar. Yalniz bu diyetin faydasi her hekim tarafindan kabul edilmiyor. Bu malesef yine benim alanimin biraz disina kaciyor. Sanirim en dogrusu, yukarda da belirttigim gibi, uzman bir hekimin gorusune basvurmak. En altta sagda faydali yazilar kategorisi altinda Prof. Dr. Ahmet Aydin'in otizm ve beslenme uzerine olan bir calismasini iceren linki koydum. Ozellikle aileler icin oldukca yararli bilgiler icerdigini dusunuyorum.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Sayfamızı Beğenmenizle
Mutluluk Duyarız